Çalışma hayatı, bünyesinde bir çok belirsizliği barındıran ve sürekli değişken bir yapıya sahip. Çalışmayı bir kültür haline getirebilen kimseler verimliliği ve performansı arttırmak için çalışma hayatına farklı anlamlar yüklüyor, kariyer yolculuklarını ve seçimlerini büyük bir sabır göstergesiyle büyütmeye özen gösteriyor. Değişmek, değişmeyi yönetmek ve her şeyden önemlisi değişimi yönetmek şüphesiz çalışma kültürünün terbiye edilmesi gereken en önemli kavramı. Ortalama bir insan ömrünün ne kadarının çalışma hayatında geçtiğini daha önce düşünme fırsatı yakalamış mıydınız? Geçirdiğimiz bu süre zarfında kaç bin kişiyle iletişime geçmiş, kaç bin çay-kahve tüketmiş; kaç stres ağına karışmış, kaç milyon sözcük kullanmış saymaya kalksak heralde bir istatistik de ayırmış olduğumuz bu zaman dilimine çıkarmamız gerekecekti. Azımsanamayacak kadar “çok” bana göre… Bu çalışma hayatı bizlere ne öğretiyor dersiniz?
Tam on yedi kere…
1800’lü yılların sonuna doğru, Avrupa’ya kaos hakim ve Yüzbaşı Dreyfus adında bir adam casuslukla suçlanıyor. Rütbeleri söküldü ve Fransa’dan uzakta bir coğrafyada sürgüne gönderildi. Devlet adamları, bürokratlar, kanaat önderleri Dreyfusun yargılamasının yerinde olduğunu ve suçlu olduğunu savunurken aydınlar ve sanatçılar bunun tam zıttı görüşlerini bildirmeye yönelik demeçlerde bulundular. Dreyfus’un suçsuz olduğunu savunan önemli kişilerden biri de Grieg… Ciddi otoriteler kendisinden “Kuzeyin Chopini” diye bahseder. O dönem bir tiyatro oyunu için yazmış olduğu bestesini sergilemek üzere Paris’e geliyor Grieg. Salon alabildiğine dolu lakin orada bulunan insanlar Dreyfus’un haksız olduğunu söylemesi üzerine Grieg’i protesto etmek için gelmişler. Grieg, elindeki batonu* tam indirecekken kıyamet kopuyor; ıslıklar, yuhalamalar. Kıyametin bini bir para. Grieg sabırla salonun tekrar sessizleşmesini bekliyor. Salon susuyor, Grieg hazırlanıyor tam batonu indirecek orkesta girecek salondan yine kıyamet gibi sesler yükselmeye başlıyor. Tekrar bekliyor Grieg. Üç, dört, beş derken tam 16 kere havaya kaldırdığı batonu eseri başlatamadan geri indiriyor. Bağırmaktan yorulan seyirci artık daha fazla dayanamadı ve Grieg 17. kez batonu havaya kaldırdı ve maestro… Salonda çıt yok. Enstrümanların ahengi salonun dört bir yanına öyle bir yayıldı ki seyircilerin tamamı hayret içerisinde dinlemeye devam ettiler. Sanki, biraz önceki o kargaşa, kaos, ıslıklamalar, yuhalamalar Avrupa’nın başka bir şehrinde başka bir opera salonunda Yüzbaşı Dreyfus’tan kilometrelerce uzakta bir yerde olmuş gibiydi. İlk bölüm bittiğinde salonda yine bir kıyamet. Fakat, bu sefer alkışlar hakimdi salona ve hep bir ağızdan “Yaşa Şef!” Grieg’in sabrı batonun on yedi kere havaya kalkmasına ancak yetti. İşini seven, yaptığı işten en çok kendi keyif alabilen bir orkestra şefinden, ziyadesiyle “Kuzeyin Chopini”nden de bu beklenirdi muhtemelen. İçinde bir an karamsarlık ya da şüphe olsaydı muhtemeldir ki “Yaşa Şef!” ertesi gün yerini çok daha farklı mottolara bırakacaktı. Yıllar sonra Emile Zola’nın mektubuyla Yüzbaşı Dreyfus’un suçsuz olduğu anlaşıldı, tüm suçlamalardan beraat etti ve rütbeleri tekrar verildi. Eğer o baton on yedinci kez kalkmasaydı Yüzbaşı Dreyfus yine aklanacak fakat Grieg o salonda yuhlandığı ve ıslıklandığı ile kalacaktı.
Daha makul bir çalışma hayatı mümkün…
Yaptığımız iş ne olursa olsun, ya da çalışma ortamımız nasıl bir kaosa, kargaşaya, yoksunluğa gebe olursa olsun Griegvari bir sabırla ancak üstesinden gelebiliriz. Bazen kendimizi yoğun bir sorun sarmalının içinde, karamsarlıkla sarılmış bir şekilde bulsak da bir şekilde çıkacağımızı düşünme motivasyonu ile iş yapış şeklimizi korumalı ve devam ettirmeliyiz. İş denilen kavramın motivasyonuna baktığımızda aslında hayatımızın geri kalan vakitlerini daha iyi geçirmek için harcamış olduğumuz zamana karşılık almış olduğumuz maddi karşılık diyebiliriz. Bir nevi hayatımızı kolaylaştırmak için çalışmalıyız. Çalışırken de göz ardı edemeyeceğimiz kadar psikolojik sağlamlığı korumalı, iş – özel yaşam dengesini sağlamalıyız.Bu hiç de kolay bir yol değil fakat bazı deneyim aktarımları ve tecrübelerle birlikte daha mâkul bir çalışma hayatının mümkün olabileceği aşikar. İşte tam burada sahneye w2ease çıkıyor. w2ease, work to ease anlamını taşıyor. Türkçeye çevirisi “kolaylaştırmak için çalışmak“. Tüm o bahsini ettiğimiz psikolojik sağlamlığı nasıl koruyacağımıza, iş – özel yaşam dengesini nasıl sağlayacağımıza dair içerikleri bünyesinde barındıracak. Değişim, iş stresi, ofis ilişkileri, çalışma kültürü, konfor alanı konu başlıklarında bazen off the record bazen de bilimsel verilerin ışık tuttuğu yazılarla çalışanların kariyer haritalarına faydada bulunmak w2ease’nin temel var oluş felsefesi diyebiliriz. Hayatı kolaylaştırmak için çalışma yolculuğuna çıkarken yanımıza Grieg’in o eşsiz eserini almamak olmazdı. Bir sonraki yazıya kadar görüşmek üzere…
Grieg’in eserini dinlemek isteyenler için YouTube bağlantısına buraya tıklayarak erişebilirler.
*baton : müziğin temposunu yönetmek için orkestra şefinin sağ elinde tuttuğu çubuk.